Dipsiz bir karanlığa uzun süre bakarsanız, karanlık da size bakmaya başlar.
– Friedrich Nietzche
Geçtiğimiz yıl bugünlerde, müzik evreninin en özgün ve karizmatik devlerinden David Bowie, hayranlarını (aslında tüm müzikseverleri) önce sevince sonra üzüntüye boğmuştu. Bowie’nin altmış dokuzuncu doğum gününde yayımlanan 25. stüdyo albümü Blackstar, bir süredir kanser tedavisi gördüğünü bilmediğimiz sanatçının ani ve sarsıcı ölümüyle (Bowie’yi albümün çıktığı günden yalnızca iki gün sonra kaybettik) başka bir boyut kazandı. Tüm değerlendirmelerin ötesinde, bu müthiş albüm bir veda notuna, bir vasiyete, buruk bir armağana dönüştü. Her ölüm erkendir ama kabul etmek gerekiyor ki yaşamı boyunca yaptığı her işle efsane olan Bowie’nin dünyadan kapkara bir yıldız olarak kayıp gidişi kendi portresini kusursuzca tamamlayan bir son fırça darbesiydi.
Blackstar’ın hakkını verebilmek için onu bu şok edici tragedyanın gölgesinden bir parça ayırarak incelemek gerekiyor. Bowie de son işine kuşkusuz böyle bakılsın isterdi.
Albüm New York’ta iki ayrı stüdyoda kaydedildi. Prodüktörlüğünü, Bowie ile neredeyse yarım asırlık hukuku olan Tony Visconti yaptı. Blackstar, 40 dakikalık bir albüm olarak süresiyle de kısa bir veda notu olarak tanımlanabilir.
Blackstar, ses atmosferi açısından son derece yenilikçi, deneysel arayışlar ve ayrıntılar içeren zamanının ötesinde bir albüm. Ona geniş bir perspektiften, bir rock albümü diyebilir miyiz? Evet. Ancak Blackstar’ın içinde derin ve coşkun bir progressive caz nehri çağlıyor. Çok büyük oranda nefeslilerle ilerleyen bu savruk akışa, hip-hop etkilerini, şarkı sözlerinin vuruculuğunu ve parçaların hemen hepsinin lirik ruhunu da katarsak, çok katmanlı, adına yakışır bir karanlık elde ediyoruz.
Albümle aynı adı taşıyan, kaotik, distopik, gerilimli videosuyla öne çıkan açılış parçası Blackstar, görkemli bir eklektik eser. Elektronik soslu aksak ritimleri, epik iniş çıkışları, sakin ama boğucu finaliyle müzik tarihinde iz bırakmış birkaç uzun metrajlı akrabasını hatırlatıyor. Mesela Bohemian Rapsody. Mesela Paranoid Android.
Tis a Pity She Was a Whore ve Sue (In a Season of Crime), aslında sanatçının uzun zaman önce farklı biçimlerde kaydedip yayımladığı iki parça. İkisi de Blackstar’da albümün ruhuna uygun dokunuşlarla yeniden kaydedilmiş. Hatta yeniden doğmuş.
Lazarus, içten içe yanarak Blackstar’ın karanlık enerjisini yayan koyu bir şiir. Videoyu her izleyişinizde Bowie’nin ölümle konuşup yakınlaştığı hissine kapılmadan edemiyorsunuz. Parça ilerledikçe sonsuz bir özgürlükle uçuşan saksafon notaları, finaldeki tekrarlı, keskin, metalik gitar rifflerine çarpıp eriyor.
Bowie vokalinin yoğun ve yüksek dozlarını içeren, caz havasından nispeten uzak Girl Loves Me, tekdüze yürüyor gibi görünse de ayrıntıları ustaca kurgulanmış bir parça. Sıkı örgülü elektronik altyapısı parçayı neredeyse bir orkestra gibi desteklerken, koro eklemeler dinleyiciyi hipnotize ediyor. Meraklıları için düşülmesi gereken bir not var: Sözlerin deforme edilmiş bir İngilizceye benzeyen garip bir dilde yazılmış olduğu hissine kapıldıysanız, haklısınız. Romancı Anthony Burgess’in Otomatik Portakal’ında (A Clocwork Orange) yarattığı bu kurgusal dilin adı Nadsat.
Dinleyenin kalbinde, ruhunda dağılıp giden enfes Dollar Days, henüz taslak halindeyken, neredeyse tamamen doğaçlama şekilde, bir çırpıda kaydedilmiş. Ortaya inanılmaz bir sonuç çıkmış.
I Can’t Give Everything Away, albüme bir nebze klasik bir kapanış yaptırıyor. Parçaya David Bowie’nin bir armonika solosuyla nefes kattığını belirtelim… Son nefeslerinden bir kısmını.
Blackstar önemli bir sanat eseri. Bir başyapıt. Bu karanlığa uzun süre bakmaya değer.