Akla zarar bir haber! İsveçli bir firma 150 çalışanına çip takmış. Şirketin yöneticisi, bu çip sayesinde artık kapıları zahmetsizce açabildiklerini ve fotokopi makinesini şifre girmeden kullanabildiklerini söylemiş. Ayrıca ileride bir gün devlet ya da büyük şirketlerden biri onları çiplemek istediğinde, neyle karşı karşıya olduklarını bileceklerini ve böylece konuyu daha iyi değerlendirebileceklerini de sözlerine eklemiş. Kapıların neden sadece itince açılmadığını, fotokopi makinesinde neden şifre olduğunu ise söylememiş.

İsveç’li Epicenter'ın kurucusu ve CEO'su olan Patrick Mesterton elindeki çiple fotokopi makinesini çalıştırıyor.
İsveç’li Epicenter’ın kurucusu ve CEO’su olan Patrick Mesterton elindeki çiple fotokopi makinesini çalıştırıyor.

Bu haber beni epeyce etkiledi. Şirket yöneticisinin halinden gayet memnun bir tavırla verdiği röportaj beni hayrete düşürdü. Bunu birileriyle paylaşmak istiyorum. Bir yazı yazmak, konuyu enine boyuna incelemek ve sesimi mümkün olduğunca çok insana duyurmak istiyorum. Yazıyı yazma kısmı nispeten kolay. Hatta yazdım bile. Ama insanları nereden bulacağım? Yazıyı onlara nasıl ulaştıracağım? Sosyal medya? Belki, ama ulaştığım kitle genellikle benim çevremle sınırlı kalıyor. Daha çok insana ulaşmak gerek… Google?

Okuyucu sayısının artması için yazının, konuyla ilgili internet aramalarında üst sıralarda çıkması lazım. Birisi insan çipleme konusunu mu araştırıyor? Tak, en üstte benim yazının gelmesi lazım. Neden? Hak ettiği için. Peki her hak eden, her zaman hak ettiği yere geliyor mu? Hayır. Benim yazı nerede? Sekizinci sayfada. O zaman ne yapmak lazım? Arama motoru optimizasyonu.

Nedir şu AMO dedikleri?

Aslında çok iyi denk geldi, zira ben arama motoru optimizasyonu (AMO) konusundan biraz anlarım. Kısaca söylemek gerekirse AMO, sayfanızı Google’da yapılan ilgili aramalarda üst sıralarda yer alacak şekilde düzenlemek anlamına geliyor. İki ayağı var: sayfa üzerinde yapılan onpage çalışmalar ve internetteki diğer sitelerinden sayfanıza bağlantı almakla ilgili çalışmalar. Yani meşhur backlink.

Backlink

Bu AMO dünyasında sevmediğim iki şey var. Birincisi yapılan işin İngilizce isminin (search engine optimisation) kısaltması olan SEO son derece havalıyken, Türkçe kısaltmanın biraz tuhaf olması. AMO nedir kardeşim? AMO, AMO, AMO… Hiç yakışıyor mu? Bence Arama Motoru Optimizasyonu Uzmanları Odası’nın ilk gündem maddesi bu kısaltmayı bir hale yola koymak olmalı. ARAMO olur, ARAMAO olur, artık kendileri bilir. AMO olmasın da.

Hoşlanmadığım ikinci şey de de bu backlink konusu. Neydi backlink? Başka sitelerden, özellikle popüler olanlardan bir sayfaya verilecek bağlantı. Backlink’in bir sayfaya faydası, o sayfanın sanal itibarını artırması. Backlink dediğin ‘çok önemli yerlerde tanıdıklarım var’ kafalıların Amerikan rüyası. Sümerliler yazıyı milattan önce 3200’lerde bulmuşlar. Demek ki 5000 küsur yıldır, ‘hamil-i kart yakınımdır’dan öteye gidebilmiş değiliz.

Ortalama kalitede içeriği olan bir sayfa gelecek, “Abi beni cokbuyuksite.com’dan Karun İşinibiliroğlu gönderdi, bir sıralama işim vardı” diyecek. Google da, “Sen şöyle üst sıralara geç, Karun Bey’e de çok selam söyle” diyerek sayfayı ilk on sonucun arasına sokacak. Daha önceki onuncu sonuç da yallah sonraki sayfaya. Adaletin bu mu Google?

Biliyorum, internet demek, birbirine hiper bağlı sayfalar ağı demek. Bu durumda bir sayfanın değerini ölçmek için diğer sayfaların ona gösterdiği saygıyı bir kriter olarak almak da gayet mantıklı. Ama kabul etmeliyiz ki, bu aynı zamanda içine nüfuz etmenin zor olduğu bir elitler grubu da oluşturuyor. Nüfuz etmenin yolu ne? Ya on numara bir içerik yazıp insanların gerçek takdirini kazanarak üst sıralara tırmanacaksın, ya da parayı bastırıp reklam, yazı, bağlantı satın alacaksın. Gördün mü bak? İş yine döndü dolaştı Karun İşinibiliroğlu’na geldi.

Sayfa üzerinde (onpage) yapılan çalışmalar

Semantik HTML

Bilmeyenler için söyleyeyim, HTML bir programlama dili değil, etiketleme dilidir. Sayfadaki başlık, alt başlık, yan sütun, metin, alıntı, resim, grafik gibi farklı görevleri olan her şeyi ayrı ayrı etiketlemeye yarar. Bir şeyi etiketlediğiniz zaman onu programatik olarak kullanılabilirsiniz. Mesela, bağlantı olarak etiketlediğim yazıya tıklayınca yeni bir sayfa açılsın diyebilirsiniz. Gerçek kullanımı biraz daha karmaşık ama ana fikri bu.

Arama sonuçlarında üst sıraları hedefleyen sayfanın arkasında tertemiz bir HTML olması şart; ya da her yerde söylenen bu. Google semantik HTML seviyor. Yani nedir? Nasıl süpermarketteki etiket üzerinde durduğu ürünü doğru şekilde anlatmalıysa, HTML’de kullanılan her etiket de yapıştığı şeyi doğru tarif etmeli. Bir şey başlıksa başlık olarak etiketlenmeli, listeyse liste. Böylece robot geldiğinde neyin ne olduğunu şıp diye anlayabilir. Bu da arama sonuçlarında yukarıda listelenme şansınızı artırır.

Semantik HTML, robotlar için kullanışlı olduğu gibi, sayfanın JavaScript, CSS kodlarını yazan için de büyük kolaylıktır. Hazır bahsi açılmışken JavaScript konusuna da değinelim:

JavaScript

HTML internet sayfalarının bedeniyse, JavaScript de bu bedenin canıdır. Sayfaların kıpraşması konusu genellikle JavaScript’ten sorulur.

JavaScript, uzunca bir süre potansiyelinin çok altında, daha çok kullanıcıyı rahatsız eden reklamlar, uyarılar vermek için kullanılmıştır. Bu dönem boyunca ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördükten sonra, 2000’lerin başında gerçekleşen web2.0 dönüşümü ile birlikte birinci sınıf vatandaşlığa terfi etmiştir.

JavaScript, bilinçli kullanılmadığı takdirde robotların sayfayı okumasına engel olabilir. Bazı çevreler bu yüzden Google’ın JavaScript sevmediğine inanmış, gündelik hayatlarını bu inanca göre düzenlemeye başlamışlardır. Ancak Google’ın her tarafı JavaScript’tir. Kendisi kullanmakta bir sakınca görmediği gibi, JavaScript okumakla ilgili bir problemi de yoktur. Biz kodumuzu temiz yazdığımız takdirde gayet güzel okuyacaktır. Fakat efendim, öyle düzensiz, özensiz JavaScript yazımları vardır ki, rüyanızda görseniz korkarsınız. Çamur gibi bir şey! Sen kendin okuyamazsın o kodu be adam, Google nasıl okusun? Velhasıl, sayfa kodlamasının temiz olması, AMO bakımından önemli bir faktördür.

İçerik

Teoride, AMO çalışmalarının en önemli bölümü içeriktir. Güvenilir çevrelerin ve samimi arkadaşlarımın söylediğine göre Google  sayfaları okumakta, az biraz anlamakta ve sayfaya gelen ziyaretçileri gözlemektedir. Ziyaretçilerin davranışlarından sayfa içeriği hakkında olumlu bir intiba edinirse, o sayfayı arama sonuçlarında yukarı taşımaktadır. Bu çok mantıklıdır çünkü içerik zaten en başında insan için üretilmelidir. Dikkat edin Karun İşinibiliroğlu için değil, insan için diyorum. Genel yani.

Ancak günümüzde kantarın topuzu kaçmış, iş, nasıl içerik yazılacağına dair keyfi kurallar koymaya varmıştır.

Mesela bir görüşe göre yazının girişinde ziyaretçiyle özdeşleşilmeli, sonra ona bir vaatte bulunulmalı, sonra da bu vaade dair bir örnek sunulmalıdır ki, ziyaretçi yazımızı okumaya karar versin. Üstelik bu üç maddelik ziyaretçi/okuyucu dönüşüm formülünün iki-üç cümle içinde uygulanması gerekmektedir. Ne ziyaretçi, ne de Google daha yazının başında  sıkılmamalıdır.

Yazımız, gözle kolay taranabilmesi için ara başlıklarla bölünmelidir. Buna okunabilirlik adı verilmektedir.

Yazı uzunluğuna gelince… 1500-2000 kelime kapsamlı bir içerik için ideal ölçü olarak gösterilmektedir. İyi de biz demin yazı girişindeki elli kelimeyi okutmak için kırk takla atmadık mı? Yahu insanlara çip takmışlar diyorum, siz beni nelerle uğraştırıyorsunuz!

AMO’nun bilinmeyen yüzü

Sayfa dahili ve harici çalışmalarımı bitirdim. Konu güzel, içerik samimi, kodlama temiz, beş arkadaşımı Facebook’ta, ikisini de Twitter’da sayfayı paylaşmaya ikna ettim. Yazının milyonlara ulaşması artık an meselesi. Heyecanla Google’da bir deneme araması yapıyorum… Benim yazı ilk sayfada yok… İkide herhalde diyorum ama ikinci sayfada da yok… Üçte de yok. Üçten ötesine bakmaya gerek yok.

Başarısızlıktan yılmıyor, hemen rakiplerden öğrenme yöntemine geçiyorum. İlk sayfada kimler var, onlar ne yapmışlar? Birinci sıradakine tıklıyorum…

Yahu bu ne biçim içerik? İnternet adabından nasibimi almamış olsam direk spam diyeceğim. Diğer sayfalardan pek bağlantı da almamış. Nasıl oluyor da bu sayfa ilk sırada geliyor? Karun Bey?

Bazıları daha mı eşit?

Google’ın eş-dost, akraba-hısım torpili yaptığını yukarıda tespit etmiştik. Peki Google kişi bazında özel muamele yapabilir mi?

Saçma geliyor değil mi? Ama durun hele:

  • Chrome tarayıcı kullandığım için ve tarayıcı hesabıma giriş yaptığım için Google yıllardır hangi siteleri gezdiğimi, nerelere tıkladığımı biliyor.
  • Şu an dünya üzerinde nerede olduğumu, 3-5 metrelik yanılma payı ile biliyor. Gündelik güzergahımı, iş adresimi, ev adresimi biliyor.
  • Google Haritalar’daki aramalarımdan hafta sonu planlarımı aşağı yukarı kestirebiliyor.
  • Gmail kullandığım için kimlerle yazıştığımı, hatta onlara ne söylediğimi de biliyor.
  • Evimdeki eşyaların bir kısmını, yeni almayı planladıklarımı biliyor.
  • Yaşımı, cinsiyetimi, medeni halimi, çocuğum olup olmadığını, cinsel tercihimi, politik eğilimimi, inancımı, dünya görüşümü, mesleğimi, hobilerimi biliyor.
  • Yüzümün neye benzediğini, içinde 50 kişinin olduğu yarı flu bir fotoğrafta beni tanıyabilecek kadar iyi biliyor (abartmıyorum, bunu yapıyor)

Bunlar ilk akla gelenler. Bir algoritma uzmanı olan Google’ın bu verileri birleştirip daha özel ve daha genel sonuçlara varması gayet muhtemel. Yani Google beni şahsen tanıyor. Evet, tanıyor! Merhaba Google, o siyah kazaklının gerisinde duran şapkalı vardı ya, işte o benim.

Demek ki, Google’ın arama sonuçlarında insan kayırması imkansız değil. İsterse, politik görüş, dini inanış, cinsel tercihe göre arama sonucu ayarlaması yapabilir. Tek gereken bunun için bir sebebi olması. Ha, benim yazının başına gelen bu değildir, o ayrı konu. Bu vesile ile Google’ın sayın yöneticilerine saygılarımı sunmak istiyorum.

Her halükarda, benim yazı ilk üç sayfada yok. İlk üç sayfada olmasa ne olur? AMO camiasının oy birliği ile kabul ettiği üzere, arama sonuçlarında ilk üç sayfada olmayan içeriği ancak annemiz okur. Sizin anneniz İsveç’te çiplenen insanlarla ilgileniyor mu? Benimki de.

Kuşu kim getirecek?

Hepsine eyvallah diyeceğim ama bu işte bana ters gelen bir şeyler var. Google’ın görev tanımı, internette aradığımızı bulup bize getirmek. Bir nevi tazı pozisyonu yani. Hal buyken ne oluyor da Google çalışanları gelip bir çuval para ödediğimiz konferanslarda bize sitelerimizi nasıl yapacağımızı, yazılarımızı nasıl yazacağımızı söylüyor? Nasıl oluyor da Google, Material Design adını verdiği bir dizi prensiple ortaya çıkıp, görsel tasarımı, animasyonlarına varıncaya kadar nasıl yapacağımızı söyleyecek özgüveni kendisinde buluyor? Biz Google’a tazıyı soruyoruz o bize penguenle, pandayla dönüyor.

Peki insan çipleme yazısı ne olacak? Bana bak Google, benim yazıma yok muamelesi yapamazsın. Bugüne kadar paylaşabildiğim ne kadar kişisel verim varsa seninle paylaştım. Parası neyse verip Google Drive’a abone oldum, en güncel, en önemli dosyalarımı senin en kolay erişebileceğin yerlere koydum. Hakkımda bunca veriye sahipken, bu önemli, bu güzelim yazıyı nasıl görmezden gelirsin?

Yoksa yazdığım yazının senin çıkarına uygun olmadığını mı düşünüyorsun? Ne münasebet? Ey Google, beni bir tek sen tanıdın sen de yanlış tanıdın!

Hayır efendim, fildişi bir sakal tarağı almak istemiyorum. Sen git onu Karun İşinibiliroğlu’na sat.

Etiketler: İzlenim, Mahremiyet, SEO

Bunlar da ilginizi çekebilir